Bir-i Maune Vakası Nedir ?

Bir-i Maune Vakası

Necid yöresinin ileri gelenlerinden Ebu Bera, kabilesini irşad için muallimler istemek üzere Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e müracaat etti. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- onun bu talebini kabul etmek istemedi. Hatta kendisine getirilen hediyeleri bile almadı:

“–Ben, dostlarım hakkında Necid ehlinden (onların ihanetinden) korkuyorum!..” buyurdu.

Bunun üzerine Ebu Bera, kabilesi adına müslümanların hayatı için teminat verdi. Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de Ebu Bera adına, Necid’deki kabileleri idare eden yeğeni amir’e ayrıca bir mektup yazdırdı. Sonra Ashab-ı Suffe’den, kendilerine “Kurra” denilen yetmiş kişilik bir muallim heyeti hazırlayarak Ebu Bera ile birlikte gönderdi.

Muallimler kafilesi, Medine’ye dört konak mesafede bulunan Bir-i Maune’ye vardıklarında, korkunç bir ihanetle karşılaştılar. Ebu Bera’nın yeğeni amir, kalabalık bir ordu ile baskın yapmış, Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mektubunu bile okumamıştı. Kendi kabilesi Ebu Bera’nın müslümanları himaye etmesi dolayısıyla savaşmak istemeyince de, Usayya, Ri’l, Zekvan, Beni Lihyan kabilelerini kandırarak müslümanları kılıçtan geçirdi. İçlerinden yalnız Amr bin Ümeyye kurtulabildi.

Bu facia günü baskın yapanlar arasında bulunan Cebbar bin Sülma, şu hadiseyi anlatır:

“Müslümanlardan, beni İslam’a davet eden amir bin Fuheyre’ye mızrağımı sapladım! Mızrağımın göğsünü delip geçtiğini gördüm! O ise bu haldeyken:

–Vallahi kazandım! diyordu. Kendi kendime:

–Neyi kazandı ki?! Ben onu öldürmüş değil miyim?! dedim. Bu sırada cesedi semaya yükseldi ve gözden kayboldu. Şahit olduğum bu hadise, müslüman olmama vesile oldu.” (İbn-i Hişam, III, 187; Vakıdi, I, 349)

Cebrail -aleyhisselam-, Rasul-i Ekrem Efendimiz’e gelerek İslam irşad birliğinin şehid olarak Rablerine kavuştuklarını, Rablerinin onlardan razı olduğunu ve kendilerini de razı ettiğini haber verdi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), bu hadiseler karşısında çok müteessir oldu ve büyük bir ıztırap duydu. Mübarek ellerini dergah-ı ilahiye açarak:

“Ey Allah’ım! Allah’a ve Rasulü’ne isyan etmiş olan Ri’l, Zekvan ve Usayye (kabilelerine) lanet et!” diye bir ay boyunca sabah namazından sonra niyazda bulundu. (Buhari, Cihad 9, 19, Meğazi 28; Müslim, Mesacid, 297)

Mü’minler, hüzün gözyaşları döktüler. Münafıklar ve yahudiler ise büyük bir sevinç sarhoşluğuna bürünmüşler, Uhud’dan beri olanlardan çok memnun kalmışlardı. Ayrıca müslümanlara karşı Uhud’da tam bir varlık gösterememeleri, içlerindeki kinleri ortaya dökmüş, hain propagandalarına hız vermişlerdi. Savaşa giderken yaptıkları ihanet ve sahtekarlığı, büyük bir marifet gibi gösterip bir hayli şehid vermiş bulunan müslümanlara:

“–O ölenler, bizim sözümüzü dinleselerdi, şimdi ölmemiş olacaklardı.” demeye başladılar. Onların bu haline Kur’an-ı Kerim’in cevabı çok sert bir tehdit şeklinde oldu:

“(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: “Bize uysalardı, öldürülmezlerdi.” diyenlere: “Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!”»” de!” (Ali İmran, 168)

“Hiç kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm) belli bir süreye göre yazılmıştır…” (Ali İmran, 145)

Enes -radıyallahu anh-:

“Peygamberimizin, Bir-i Maune’de şehid olan ashabına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” demiştir. (Müslim, Mesacid, 302) Çünkü Bi’r-i Maune şehidlerinin hemen hepsi de Ashab-ı Suffe’den olup, Allah Rasulü’nün manevi terbiyesi altında yetişmiş Kur’an ve sünnet muallimiydiler.

Reci ve Bir-i Maune hadiseleri, tebliğ ve irşad vazifesinin müminler için ne kadar mühim ve hayati bir vecibe olduğunu göstermektedir. Peygamberimiz ashabının en seçkinlerini, muhtemel tehlikeleri göze alarak İslam tebliğcisi ve muallimi olarak göndermiştir. Bu mühim vazife uğruna şehid olan mücahidleri Cenab-ı Hak medhetmiş, kendilerinden razı olduğunu ve onların da Rablerinden razı olduklarını beyan buyurmuştur.

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ

Yorum gönder