Peygamber Efendimize Vahiy Nasıl Gelirdi?

“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (eş-Şura, 51)

Peygamber Efendimize Vahiy Nasıl Gelirdi?

Hazret-i aişe -radıyallahu anha-’nın rivayet ettiğine göre Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e:

“−Ey Allah’ın Rasulü! Sana vahiy nasıl geliyor?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

“−O, bazen çıngırak sesini andıran bir ses gibi gelir ki, vahyin bana en ağır gelen şekli budur. Allah Teala’nın dediğini kavra­yıp ezberlediğimde, melek benden ayrılır. Bazen de melek bana bir insan suretinde gelir. Benimle konuşur söylediğini hemen kavrarım.” (Buharî, Bed’ü’l-Vahy, 1/2; Müslim, Fedail, 87)

İslam alimleri, çeşitli rivayetlerden hareketle vahyin geliş şekillerini şöyle tespit etmişlerdir:

Vahiy, bazen uykuda görülen ve görüldüğü gibi tahakkuk eden sadık rüyalar şeklinde gelirdi.
Vahyedilecek kelam, melek görünmeksizin Peygamber -aleyhissalatü vesselam-’ın kalbine ilka olunurdu.
Vahiy meleği, “Cibrîl Hadîsi”nde olduğu gibi insan suretine girerek, vahyedilecek şeyi bildirirdi.
Abdullah bin Abbas -radıyallahu anhüma-’nın anlattığı şu rivayet de, vahyin bu tarzda vakî oluş şekline güzel bir misaldir:

“Babam Abbas’la birlikte Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında idim.

Allah Rasulü -aleyhissalatü vesselam-’ın yanında bir adam bulunuyor ve Efendimiz onunla fısıldaşıyordu. Bu sebeple babamla alakadar olamadı. Yanından çıktığımızda babam:

«−Oğlum! Allah Rasulü’nün bana iltifat etmediğini gördün değil mi?» dedi. Ben de:

«−Babacığım! Yanında bir adam vardı, onunla konuşuyordu.» dedim.

Bunun üzerine hemen Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanına döndük. Babam:

«−Ya Rasulallah! Abdullah’a şöyle şöyle demiştim, o da Siz’in, yanınızdaki bir adamla fısıldaştığınızı söyledi. Gerçekten de yanınızda bir kimse var mıydı?» dedi.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana hitaben:

«−Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?» diye sordu.

Ben:

«−Evet! Gördüm.» dedim.

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«−O Cebraîl idi. Bu sebeple seninle alakadar olamadım.» buyurdu.” (Ahmed, I, 293-294; Heysemî, IX, 276)

Vahiy bazen de, dehşetli bir çıngırak sesi gibi gelirdi. Vahiy hali geçince, Peygamber Efendimiz meleğin söylemiş olduğu şeyi iyice öğrenmiş olurdu.

Cebraîl -aleyhisselam- iki defa vahyi aslî suretiyle görünerek getirmiştir. Bunlardan birincisi vahyin fetret dönenimi müteakip Peygamber Efendimiz Hira Mağarası’ndan inerken, ikincisi ise Mîrac Gecesi’nde Sidretü’l-Münteha’da vakî olmuştur.

Allah Teala’nın, Mîrac’da olduğu gibi arada vahiy meleği bulunmaksızın, ilahî kabul ve ikrama nail kılarak Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e doğrudan vahyetmesidir.

Cebraîl -aleyhisselam-’ın Allah Rasulü’ne uyku halinde iken vahiy getirmesidir. Bazı müfessirler, Kevser Suresi’nin bu şekilde nazil olduğunu ifade ederler.

Ashab-ı kiramdan bazılarının anlattıklarına göre, vahyin nüzulü esnasında Peygamber Efendimiz’e ağır bir sıkıntı hali arız olur, yüzü gül gibi pembeleşir, gözlerini kapatır, başını önüne eğerdi. Ashabı da başlarını önlerine eğerlerdi. Vahiy hali nihayete erinceye kadar hiçbiri başlarını kaldırıp Fahr-i Kainat Efendimiz’in cemaline bakmaya kadir olamazlardı.

Bazen de vahiy geldiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, o esnada çabuk çabuk nefes alırdı. En soğuk günlerde bile, alnından inci taneleri gibi terler dökülürdü. (Buharî, Bed’ü’l-Vahy 1/2, Umre 10; Müslim, Fedail 87, Hudud 13; Tirmizî, Tefsir 23/3173; Ahmed, V, 327.)

Vahiy katiplerinden Zeyd bin Sabit’in bildirdiğine göre gelen vahyin ağırlığı, inen ahkamın ağırlığı ile mütenasip olurdu. Yani, inen vahiy ilahî vaat ve müjde mahiyetinde ise Cebraîl -aleyhisselam- beşer suretinde gelir, bu ise Peygamber Efendimiz’e bir güçlük vermezdi. Fakat vahiy, azab ile korkutmaya dair ilahî îkazları ihtiva ettiği zaman da, dehşet saçan bir çıngırak sesi gibi gelirdi.

Vahiy, Allah Rasulü deve üzerinde iken geldiğinde, hayvan vahyin ağırlığına tahammül edemez, ayakları bükülür ve çökerdi. Nitekim Peygamber Efendimiz Adba isimli devesinin üzerinde bulunduğu sırada Maide Suresi’nin üçüncü ayeti nazil olmaya başlayınca Adba’nın ayakları kırılacak gibi olmuş, Allah Rasulü devenin üzerinden inmişti.(Ahmed, II, 176; VI, 445; İbn-i Sa’d, I, 197; Taberî, Tefsîr, VI, 106.)

Zeyd bin Sabit -radıyallahu anh- der ki:

“Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. Bu esnada Allah Rasulü’ne vahiy hali geldi. Dizi benim dizimin üzerindeydi. Vallahi o anda Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in dizinden daha ağır bir şey hissetmemiştim. Neredeyse dizim ezilecek sandım.” (Ahmed, V, 190-191)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ

Yorum gönder