Sad Suresi – Arapça ve Türkçe Okunuşu
Sad Suresi Arapça okunuşu
Sad Suresi Arapça Dinle
Sad Suresi Türkçe Okunuşu
Bismillâhirrahmânirrahîm.
- Sad, vel kur’ani ziz zikr.
- Belillezine keferu fi ızzetin ve şikak.
- Kem ehlekna min kablihim min karnin fe nadev ve late hine menas.
- Ve acibu en caehum munzirun minhum ve kalel kafirune haza sahırun kezzab.
- E cealel alihete ilahen vahıda, inne haza le şey’un ucab.
- Ventalekal meleu minhum enimşu vasbiru ala alihetikum inne haza le şey’un yurad.
- Ma semi’na bi haza fil milletil ahıreh, in haza illahtilak.
- E unzile aleyhiz zikru min beynina, bel hum fi şekkin min zikri, bel lemma yezuku azab.
- Em indehum hazainu rahmeti rabbikel azizil vehhab.
- Em lehum mulkus semavati vel ardı ve ma beynehuma, felyerteku fil esbab.
- Cundun ma hunalike mehzumun minel ahzab.
- Kezzebet kablehum kavmu nuhın ve adun ve fir’avnu zul evtadi.
- Ve semudu ve kavmu lutın ve ashabul eykeh, ulaikel ahzab.
- İn kullun illa kezzeber rusule fe hakka ıkab.
- Ve ma yanzuru haulai illa sayhaten vahıdeten ma leha min fevak.
- Ve kalu rabbena accil lena kıttana kable yevmil hisab.
- Isbır ala ma yekulune vezkur abdena davude zel eyd, innehu evvab.
- İnna sahharnel cibale meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrak.
- Vet tayre mahşureh, kullun lehu evvab.
- Ve şededna mulkehu ve ateynahul hikmete ve faslel hıtab.
- Ve hel etake nebeul hasm, iz tesevverul mihrab.
- İz dehalu ala davude fe fezia minhum kalu la tehaf, hasmani bega ba’duna ala ba’dın fahkum beynena bil hakkı ve la tuştıt vehdina ila sevais sırat.
- İnne haza ahi lehu tis’un ve tis’une na’ceten ve liye na’cetun vahidetun fe kale ekfilniha ve azzeni fil hıtab.
- Kale lekad zalemeke bi suali na’cetike ila niacih, ve inne kesiren minel huletai le yebgi ba’duhum ala ba’dın illellezine amenu ve amilus salihati ve kalilun ma hum, ve zanne davudu ennema fetennahu festagfere rabbehu ve harre rakian ve enab.
- Fe gaferna lehu zalik, ve inne lehu indena le zulfa ve husne meab.
- Ya davudu inna cealnake halifeten fil ardı fahkum beynen nasi bil hakkı ve la tettebiil heva fe yudılleke an sebilillah, innellezine yadıllune an sebilillahi lehum azabun şedidun bi ma nesu yevmel hisab.
- Ve ma halaknes semae vel arda ve ma beynehuma batıla, zalike zannullezine keferu, fe veylun lillezine keferu minen nar.
- Em nec’alullezine amenu ve amilus salihati kel mufsidine fil ardı em nec’alul muttekine kel fuccar.
- Kitabun enzelnahu ileyke mubarekun li yeddebberu ayatihi ve li yetezekkere ulul elbab.
- Ve vehebna li davude suleyman, ni’mel abd, innehu evvab.
- İz urıda aleyhi bil aşiyyis safinatul ciyad.
- Fe kale inni ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbi, hatta tevaret bil hıcab.
- Rudduha aleyy, fe tafika meshan bis sukı vel a’nak.
- Ve lekad fetenna suleymane ve elkayna ala kursiyyihi ceseden summe enab.
- Kale rabbigfir li veheb li mulken la yenbagi li ehadin min ba’di, inneke entel vehhab.
- Fe sehharna lehur riha tecri bi emrihi ruhaen haysu esab.
- Veş şeyatine kulle bennain ve gavvasın.
- Ve aharine mukarrenine fil asfad.
- Haza atauna femnun ev emsik bi gayri hisab.
- Ve inne lehu ındena le zulfa ve husne meab.
- Vezkur abdena eyyub, iz nada rabbehu enni messeniyeş şeytanu bi nusbin ve azab.
- Urkud biriclik, haza mugteselun baridun ve şerab.
- Ve vehebna lehu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minna ve zikra li ulil elbab.
- Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihi ve la tahnes, inna vecednahu sabira, ni’mel abd, innehu evvab.
- Vezkur ıbadena ibrahime ve ishaka ve ya’kube ulil eydi vel ebsar.
- İnna ahlasnahum bi halisatin zikred dar.
- Ve innehum ındena le minel mustafeynel ahyar.
- Vezkur ismaile velyesea ve zel kifl, ve kullun minel ahyar.
- Haza zikr, ve inne lil muttekine le husne meab.
- Cennati adnin mufettehaten le humul ebvab.
- Muttekine fiha yed’une fiha bi fakihetin kesiretin ve şerab.
- Ve ındehum kasıratut tarfi etrab.
- Haza ma tuadune li yevmil hisab.
- İnne haza le rızkuna ma lehu min nefad.
- Haza, ve inne lit tagıyne le şerre meab.
- Cehennem, yaslevneha, fe bi’sel mihad.
- Haza fel yezukuhu hamiymun ve gassak.
- Ve aharu min şeklihi ezvac.
- Haza fevcun muktehımun meakum, la merhaben bihim, innehum salun nar.
- Kalu bel entum, la merhaben bikum, entum kaddemtumuhu lena, febi’sel karar.
- Kalu rabbena men kaddeme lena haza fe zidhu azaben dı’fen fin nar.
- Ve kalu ma lena la nera ricalen kunna neudduhum minel eşrar.
- Ettehaznahum sıhriyyen em zagat anhumul ebsar.
- İnne zalike le hakkun tehasumu ehlin nar.
- Kul innema ene munzirun ve ma min ilahin ilallahul vahıdul kahhar.
- Rabbus semavati vel ardı ve ma beynehumel azizul gaffar.
- Kul huve nebeun azimun.
- Entum anhu mu’ridun.
- Ma kane liye min ilmin bil meleil a’la iz yahtesımun.
- İn yuha ileyye illa ennema ene nezirun mubin.
- İz kale rabbuke lil melaiketi inni halikun beşeren min tin.
- Fe iza sevveytuhu ve nefahtu fihi min ruhi fe kau lehu sacidin.
- Fe secedel melaiketu kulluhum ecmaun.
- İlla iblis, istekbere ve kane minel kafirin.
- Kale ya iblisu ma meneake en tescude lima halaktu bi yedeyy, estekberte em kunte minel alin.
- Kale ene hayrun minh, halakteni min narin ve halaktehu min tin.
- Kale fahruc minha fe inneke recim.
- Ve inne aleyke la’neti ila yevmid din.
- Kale rabbi fe enzırni ila yevmi yub’asun.
- Kale fe inneke minel munzarin.
- İla yevmil vaktil ma’lum.
- Kale fe bi izzetike le ugviyennehum ecmain.
- İlla ibadeke minhumul muhlasin.
- Kale fel hakku vel hakka ekul.
- Le emleenne cehenneme minke ve mimmen tebiake minhum ecmain.
- Kul ma es’elukum aleyhi min ecrin ve ma ene minel mutekellifin.
- İn huve illa zikrun lil alemin.
- Ve le talemunne nebeehu ba’de hin.
Sad Suresi Türkçe Dinle
Sad Suresi’nin Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
- Sãd. Öğüt ve uyarı dolu o şerefli Kur’an’a yemin olsun ki, tek kurtuluş yolu İslâm yoludur!
- Ne var ki, inkâra saplananlar, bu uyarıya kulak verecek yerde büyük bir gurur, kibir içinde ve Peygamber’e sürekli muhâlefet hâlindedirler.
- Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Azabımız başlarına inince pişmanlık içinde ne çığlıklar, ne feryatlar kopardılar. Oysa artık zaman, kaçış ve kurtuluş zamanı değildi.
- Kendilerine aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da o kâfirler şöyle dediler: “Bu bir sihirbâz, Allah’a iftirâ atan büyük bir yalancı!”
- “O kadar çok ilâhımızı bir tek ilâh mı yapacakmış? Ne tuhaf şey bu böyle!”
- İçlerinden önde gelenler derhal harekete geçip: “Ey ahali!” dediler, “Haydi yürüyün, gösteri yapın! İlâhlarınıza bağlılıkta direnin! Sizden istenen de, yapılması gereken de budur!”
- “Biz, bu tek ilâh iddiasını zamanımızdaki inanç sistemlerinin hiçbirinde duymadık. Bu uydurmadan başka bir şey değil!”
- “Tuhaf! Aramızda başka kimse bulunamamış da kitap Abdülmuttalib’in yetîmine mi inmiş?” Hayır, hayır! Gerçek şu ki, onların senin doğruluğun aleyhinde söyleyecekleri hiçbir şey yok. Fakat onlar benim kitabımdan tam bir şüphe içindeler. Doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar!
- Yoksa karşı konulamaz kudreti sahibi ve bütün nimetlerin bağışlayıcısı olan Rabbinin rahmet hazineleri onların mı yanında?
- Veya göklerin, yerin ve bunlar arasındaki her şeyin mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti onlara mı ait? Öyleyse sebep ve vasıtalarına sarılıp göklere yükselsinler de kâinatı oradan idâre etsinler, vahyi de istediklerine indirsinler!
- Aslında onlar, peygambere karşı gelen çeşitli topluluklardan oluşmuş, şuracıkta bozguna uğratılacak bölük-pörçük döküntü bir gürûhtur.
- Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd ve güçlü saltanat sahibi Firavun da peygamberlerini yalanlamıştı.
- Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da. İşte onlar, peygamberlerine karşı güç birliği yapmış topluluklardı.
- Hepsi de peygamberleri kesinlikle yalanladı ve bu yüzden hak ettikleri şiddetli cezam, başlarına patlayıverdi.
- Şunlar da şimdi, gelip çattığında bir an bile ertelenmesi mümkün olmayan korkunç bir çığlıktan başka ne bekliyorlar!
- Bir de alaylı alaylı: “Rabbimiz! Hesap günü gelmeden önce bize azaptan düşen payımızı hemen veriver!” diyorlar.
- Rasûlüm! Onlar ne derse desinler sen sabret ve güçlü kuvvetli kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, tam bir teslimiyet ve samimiyetle sürekli Allah’a yönelen bir kimseydi.
- Biz, dağları onun emrine verdik de, akşam sabah onunla birlikte Allah’ın sınırsız kudret ve yüceliğini tesbih ederlerdi.
- Etrafında toplanan kuşları da. Hepsi birden tesbih, duâ ve yakarışlarla Allah’a yönelir, O’nun iradesine boyun eğerlerdi.
- Biz onun hâkimiyetini güçlendirdik; kendisine hikmet, nübüvvet, adâletle hükmetme ve yerli yerince söz söyleme kâbiliyeti verdik.
- Rasûlüm! Sana o dâvacıların haberi ulaştı mı? Hani onlar duvardan tırmanarak Dâvûd’un husûsî makam odasına dalıvermişlerdi.
- Yanına izinsiz girdikleri için, Dâvûd onlardan korktu. “Korkma!” dediler, “biz biri diğerine haksızlık yaptığını iddia eden iki dâvalıyız. Aramızda adâletle hükmet, haktan uzaklaşma ve bize doğru yolu göster.”
- İçlerinden biri meseleyi arzetti: “Şu adam benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise sadece bir koyunum var. Böyleyken “Onu da bana ver” dedi ve tartışmada baskın çıktı.”
- Dâvûd dedi ki: “Bu adam, senin tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık yapmıştır. Doğrusu aralarında ticârî ortaklık bulunanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesnâ; ama onlar da ne kadar azdır.” Dâvûd, kendisini imtihan ettiğimizi anladı ve derhal Rabbinden bağışlanma diledi, eğilerek secdeye kapandı ve bütün içtenliğiyle Allah’a yöneldi.
- Biz de onu bağışladık. Onun yanımızda bir yakınlığı, değeri ve güzel bir geleceği vardır.
- Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. Öyleyse sen de insanlar arasında hak ve adâletle hükmet. Nefsinin arzu ve tamayüllerine uyma ki, bunlar seni Allah’ın yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlara gelince, hesap gününü unutmaları sebebiyle, onlara pek şiddetli bir azap vardır.
- Biz göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boşuna, gâyesiz ve insanlar Allah’ın emrini bırakıp kendi arzularına göre davranabilsinler diye yaratmadık. Böyle bir düşünce, sadece inkârcıların zannından ibarettir. Girecekleri cehennem ateşinden dolayı vay hâline o kâfirlerin!
- Yoksa biz iman edip sâlih ameller işleyenlere, yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla aynı muâmeleyi mi yapacağız? Yahut kalpleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları, günah işleyip yoldan çıkanlarla bir mi tutacağız?
- Bu Kur’an feyiz ve bereket yüklü öyle şerefli bir kitaptır ki, onu sana, insanlar âyetleri üzerinde derin ve etraflıca düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ondan gereken ders ve öğüdü alsınlar diye indiriyoruz.
- Biz, Dâvûd’a Süleyman’ı lutfettik. O ne güzel bir kuldu. Gerçekten o, tam bir teslimiyet ve samimiyetle sürekli Allah’a yönelir dururdu.
- Bir ikindi vakti ona, tek ayağını tırnağı üzere kaldırıp diğer üç ayağı üzerinde duran ve süratli koşan safkan atlar arz edilmişti.
- Süleyman: “Benim bu atlara ve güzel şeylere olan sevgim, ancak bana Rabbimi hatırlattıkları ve O’nun adını yaymaya hizmet ettikleri içindir” dedi. Ve atlar koşup, tozdan perdelerin arkasında görünmez oluncaya kadar onları hayranlıkla seyretti.
- Ardından, “Onları bana geri getirin” diye emretti. Atlar gelince, onların bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
- Biz Süleyman’ı da imtihan ettik ve onu tahtı üzerinde âdeta ruhsuz bir ceset hâlinde bıraktık. Sonra o bize yöneldi.
- Şöyle yalvardı: “Rabbim beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat ihsân eyle! Şüphesiz bütün nimetleri bağışlayan, lutufları bol olan yalnız sensin!”
- Bunun üzerine biz de rüzgârı onun hizmetine verdik. Rüzgâr onun emriyle istediği yere tatlı tatlı eserdi.
- Binalar kuran, dalgıçlık yapan şeytanları da emrine boyun eğdirdik.
- Ayrıca demir zincirlerle birbirlerine bağlanmış daha nice yaratıkları da…
- Şöyle buyurduk: “Bu nimetler, sana bizim armağanımızdır. İstersen sen de bundan başkalarına verebilirsin, istersen elinde tutarsın; her iki durumda da sana hesap sorulmayacak!”
- Doğrusu, onun yanımızda bir yakınlığı, değeri ve güzel bir geleceği vardır.
- Rasûlüm! Kulumuz Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine: “Şeytan bana hastalığım sebebiyle yorgunluk, bitkinlik ve acı vermektedir” diye serzenişte bulundu.
- Ona: “Ayağını yere vur. İşte sana yıkanacağın, içip şifa bulacağın serin bir su!” dedik.
- Katımızdan bir rahmet ve selim akıl sahipleri için bir öğüt olmak üzere biz ona ailesini ve bir o kadarını daha bağışladık.
- Eyyûb’un yemini vardı. Ona: “Eline bir demet sap al, onunla hanımına vur da yemini bozma” dedik. Gerçekten biz onu sıkıntılara karşı sabırlı bulduk. O ne güzel bir kuldu. Doğrusu o, tam bir teslimiyet ve samimiyetle sürekli Allah’a yönelir dururdu.
- Rasûlüm! Kuvvet, sağlam bir irade, derin bir görüş ve anlayış sahibi kullarımız İbrâhim, İshâk ve Yâkub’u da hatırla.
- Biz onları, özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.
- Hiç şüphesiz onlar bizim katımızda seçkin, tertemiz ve hayırlı kullardandı.
- İsmâil’i, Elyesa‘ı, Zülkifl’i de hatırla. Onların hepsi de hayırlı insanlardı.
- Bunlar bir öğüttür, hatırlatmadır. Kalpleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları gerçekten güzel bir âkibet, çok hoş bir dönüş yeri beklemektedir:
- Kapıları kendilerine ardına kadar açılmış sonsuz nimet ve ebedî mutluluk diyarı olan Adn cennetleri.
- Orada koltuklar üzerine yaslanıp otururlar, canlarının çektiği her çeşit meyve ve içecekten isterler.
- Yanlarında da bakışlarını sadece kocalarına dikmiş aynı yaşta dilberler vardır.
- İşte hesap gününde size verileceği müjdelenen nimetler bunlardır.
- Bunlar, sizin için hazırladığımız nimetlerdir ki, sonsuza kadar bitmek tükenmek bilmez!
- Evet, bunlar takvâ sahipleri içindir. İsyânkâr azgınlara gelince, onları çok kötü bir dönüş yeri beklemektedir:
- Cehennem! Yanıp kavrulmak için oraya girecekler. Ne kötü bir döşek!
- İşte budur onların cezası! Tatsınlar bakalım onu: kaynar suları ve kopkoyu irinleri!
- Daha buna benzer nice azap çeşitlerini!
- Cehennem bekçileri, azgınların elebaşılarına: “Bunlar, dünyada sizi körü körüne takip ettikleri için şimdi sizinle beraber ateşe girecek bir gürûhtur” diyecekler. Elebaşılar da: “Rahat yüzü görmesinler!” diye karşılık verecekler. Elbette bunlar da cehenneme girecek, orada yanıp kavrulacaklardır.
- Onlara körü körüne uyanlar ise: “Asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bu azabı bizim başımıza getiren sizsiniz. Ne kötü yer burası!” diye inleyecekler.
- Sonra Allah’a yönelerek: “Rabbimiz bunu bizim başımıza kim getirdiyse, onun cehennemdeki azabını kat kat artır!” diye feryat edecekler.
- Sonra diyecekler ki: “Dünyada iken kendilerini kötü saydığımız ve kendilerine hiç değer vermediğimiz bir kısım insanları burada, cehennemin içinde niçin göremiyoruz?”
- “Yoksa onlar değerli insanlardı da, biz yanlışlıkla mı onlarla alay edip durduk? Veya buralarda bir yerde de gözümüzden mi kaçtılar?”
- İşte cehennemlikler arasındaki bu atışmalar, böyle tartışmalar kesinlikle gerçekleşecektir.
- Rasûlüm! De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Her şeyi kudretine boyun eğdiren tek bir Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”
- “O, göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan her şeyin Rabbidir. O, karşı konulamaz kudret sahibidir ve çok bağışlayıcıdır.”
- De ki: “Kur’an’ın bildirdiği bu gerçekler, pek büyük ve çok önemli bir haberdir.”
- “Siz ise buna gereken ilgiyi göstermiyor, ondan yüz çeviriyorsunuz.”
- “Yüce âlemin sâkinleri melekler, aralarında tartışırlarken nelerin konuşulduğu hakkında benim bir bilgim yoktur.”
- “Ancak, ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bu bilgiler bana vahyolunuyor.”
- Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
- “Ben ona güzel ve düzgün bir şekil verip rûhumdan üflediğim zaman, siz de hemen onun önünde secdeye kapanın!”
- Bütün melekler hep birlikte secde ettiler.
- Yalnız İblîs secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
- Allah şöyle buyurdu: “Ey İblîs! Bizzat iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kendini bir şey sanıp büyüklük duygusuna mı kapıldın, yoksa gerçekten benim emrime bile itaat etmeyecek kadar yüce bir varlık mı oldun?”
- İblîs: “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan” diye cevap verdi.
- Bunun üzerine Allah: “O halde çık oradan!” buyurdu, “Çünkü sen artık kovulmuş birisin.”
- “Hesap gününe kadar lânetim hep üzerinde olacaktır.”
- İblîs: “Rabbim! Madem öyle, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre tanı!” dedi.
- Allah: “Tamam, sana süre tanındı” buyurdu;
- “Fakat bu süre, hesap gününe kadar değil, vakti ancak benim tarafımdan bilinen bir güne kadardır.”
- İblîs dedi ki: “Senin mutlak kudretine yemin olsun ki, onların hepsini kesinlikle azdıracağım.”
- “Ancak içlerinden ihlâsa erdirdiğin, sana içtenlikle bağlanan kulların hâriç. Onları baştan çıkarmam mümkün değildir.”
- Allah şöyle buyurdu: “İşte bu doğru! Ben de şu gerçeği söyleyeyim:”
- “Hiç şüphesiz cehennemi seninle ve sana uyanların tamamıyla dolduracağım!”
- De ki: “Tebliğime karşılık sizden hiç bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğimden peygamberlik iddiasında da bulunmuyorum.”
- “Bu Kur’an, bütün insanlığa sadece bir öğüt, bir hatırlatmadır.”
- “Şunu unutmayın ki, onun verdiği haberlerin doğru olduğunu bir süre sonra siz de öğreneceksiniz!”
Yorum gönder