Hz. Hamza’nın Müslüman Olması

Hz. Hamza’nın Müslüman Olması

Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem-, müşriklere Kabe’de Kur’an-ı Kerim okumak üzere sadece ashabını göndermiyordu. Zaman zaman bizzat kendileri de gidip Allah’ın ayetlerini tilavet buyuruyorlardı. Bu gidişlerinden birinde Ebu Cehil, Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’e hakarette son derece ileri gitti. Etrafında top­lanmış bulunan diğer müşriklere de güç gösterisinde bulunmak istercesine, daha da azıt­mak üzereydi ki, bir kadın, koşarak durumu o esnada avdan dönmekte olan Hazret-i Hamza’ya bildirdi:

“–Ey yiğitler yiğidi! Kabe’de yeğenine hakaret ediyorlar; korkarım O’na eziyet ede­cekler, bir fenalık yapacaklar!..” dedi.

Hazret-i Hamza, hemen Kabe’ye koştu ve derhal mel’un Ebu Cehl’e mani oldu. Elindeki yay ile o habisin başına öyle bir vurdu ki, Ebu Cehl’in başından kanlar akmaya başladı. Böyle bir müdahale olacağını tahmin etmeyen iman düşmanı, şaşkın bir halde ve canından endişe ederek, kaçarcasına oradan uzaklaştı. Bunu gören diğer müşrikler de, birer ikişer dağıldılar. Çünkü hepsi de Hamza’nın gücünü çok iyi biliyorlardı. Ondan, Kureyş’in bütün pehlivanları çekinir ve karşısına çıkmaya cesaret edemezdi.

Bundan sonra Hazret-i Hamza, alemlerin Efendisi olan yeğeni Hazret-i Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanına giderek:

“–İşte intikamını aldım ya Muhammed; artık rahat ol!” dedi.

Rasul-i Ekrem Efendimiz ise, amcasının bu hareketine cevaben:

“–Ey amca! Ben asıl senin müslüman olmanla sevineceğim!” deyince, Hazret-i Hamza’nın gönlündeki gaflet perdeleri aralandı. O yiğitler yiğidi, hakikati idrak ederek te­bessümle mübarek yeğenine baktı ve O’nun yüce nurunu seyrede seyrede kelime-i şahadet getirdi.

Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Ey amca! Ben asıl senin müslüman olmanla sevineceğim!” buyurmakla, şahsi intikamının alınmasıyla değil, asıl onun hidayetiyle mes’ud olacağını belirterek, mühim olanın, fani dünya hayatı değil, ebedi olan ukba hayatı olduğunu ifade etmiştir.

Bu hadise, İslam’ı yücelten hizmetleri, şahsi menfaatlerimize daima tercih etmemiz gerektiğini ve ferdi hususlardan çok, dini hizmet ve gayretlerin muvaffakıyyeti ile huzur bulup sevinmemiz icab ettiğini telkin etmektedir.

Hazret-i Hamza -radıyallahu anh-’ın müslüman olduğu gün, Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh- Rasulullah Efendimiz’e, hep birlikte Mescid-i Haram’a gidip oradakileri İslam’a davet etmesi için ısrar etti. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ise:

“−Ey Ebu Bekir! Henüz sayımız çok az.” buyurdular.

Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh- daha fazla ısrar edince, Peygamber Efendimiz ashabıyla birlikte Darü’l-Erkam’dan çıkıp Mescid-i Haram’a gittiler. Kabe’ye vardıklarında, Ebu Bekir -radıyallahu anh-, insanları Allah’a ve Rasulü’ne imana davet etmeye başlayınca, müşrikler Hazret-i Ebu Bekr’in ve müslümanların üzerlerine yürüyüp onları şiddetli bir şekilde dövmeye başladılar. Hele fasık Utbe, Ebu Bekir -radıyallahu anh-’ın üzerine çıkıp çiğnedi, yüzünü demir tabanlı ayakkabılarıyla tekmeledi. Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-’ın her tarafı kan revan içinde kaldı. Kabilesi Teymoğulları, Hazret-i Ebu Bekr’i müşriklerin elinden zor kurtardılar.

Teymoğulları, onu baygın bir halde evine götürdüler. Öleceğini zannederek hemen geri dönüp Mescid-i Haram’a girdiler ve:

“−Şayet Ebu Bekir ölecek olursa, vallahi biz de Utbe’yi öldürürüz!” dediler.

Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-, ancak akşama doğru kendine geldi ve ilk olarak bin bir zahmetle şunu sordu:

“−Rasulullah nasıl, iyi mi?”

Annesi Ümmü’l-Hayr sürekli:

“−Bir şeyler yiyip-içsen!” diye ısrar ediyordu.

Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh- ise, sanki onu hiç duymuyormuş gibi:

“−Rasulullah ne yapıyor, ne haldedir?” diye sorup duruyordu.

Ümmü’l-Hayr:

“–Evladım! Arkadaşın hakkında bir şey bilmiyorum.” dedi.

Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-, annesini Rasulullah hakkında bilgi almak üzere, müslüman bir hanım olan Ümmü Cemil’e gönderdi. Ümmü Cemil -radıyallahu anha- gelip, Hazret-i Ebu Bekr’i böyle perişan bir halde görünce kendini tutamayarak feryad etti:

“−Allah’a yemin ederim ki, sana bunu yapanlar muhakkak fasık ve kafirdirler! Onların sana yaptıklarını Allah yanlarına bırakmasın!” dedi.

Daha sonra Ebu Bekr’in suali üzerine Allah Rasulü’nün selamette ve Darü’l-Erkam’da olduğunu bildirdi.

Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-:

“−Allah’a yemin olsun ki, Rasulullah’ı görmedikçe, bir şey yiyip içmem!” dedi.

Ortalık sakinleşip herkes evlerine çekilince, annesi ve Ümmü Cemil, kollarına girerek Ebu Bekir -radıyallahu anh-’ı Varlık Nuru’nun yanına götürdüler. Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-, Fahr-i Kainat -aleyhissalatü vesselam- Efendimiz’i görür görmez dizlerine kapandı. Kıymetli dostunun bu hali, alemlerin Sultanı Efendimiz’in rakik kalbini son derece duygulandırdı. Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh-:

“−Anam babam Sana feda olsun ya Rasulallah! Benim hiçbir sıkıntım yok. O habis fasık beni biraz hırpaladı o kadar!” dedi ve Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’den annesinin hidayeti için dua taleb etti.

Varlık Nuru’nun duası berekatıyla, Ebu Bekir -radıyallahu anh-’ın muhterem valideleri de iman halkasına dahil oldular.(İbn-i Esir, Üsdü’l-Gabe, VII, 326; İbn-i Kesir, el-Bidaye, III, 81.)

Müslümanların sayısının hızla artması ve Hazret-i Hamza -radıyallahu anh- gibi bahadırların İslam’a girmesi üzerine iyice telaşa kapılan müşrikler, bir toplantı yaparak bu gidişatın önünü alabilmek için çareler düşündüler:

“−Muhammed’in durumu iyice ciddileşti, işlerimizi karıştırdı. Sihirde, kehanette, şiirde en alimimizi O’na gönderelim de kendisiyle konuşsun!” dediler.

Bu iş için Utbe bin Rebia’yı münasip görerek Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gönderdiler. Utbe, müşriklerin daha önce yapmış oldukları teklifleri, fazlasıyla tekrar ederek uzun uzun konuştu. Sözlerini bitirinceye kadar Allah Rasulü onu sessizce dinledi Sonra da:

“−Ey Ebu’l-Velid! Söyleyeceklerin bitti mi?” diye sordu.

Utbe:

“–Evet!” deyince Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“−Şimdi de sen beni dinle!” buyurdu.

Besmele çekerek Fussilet Suresi’ni okumaya başladı. Secde ayeti olan 37. ayeti de okuyup secde ettikten sonra:

“−Ey Ebu’l-Velid! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o!” buyurdu.

Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına dönerken, onu gören müşrikler:

“−Vallahi Ebu’l-Velid gittiğinden çok farklı bir yüzle geliyor. Hali çok değişmiş?!” dediler.

Yanlarına geldiğinde heyecanla Utbe’ye:

“−Ne oldu, anlatsana?” dediler.

Utbe:

“−Vallahi, öyle bir söz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hiç işitmemiştim. O ne şiir, ne sihir, ne de kehanettir! Muhammed:

«Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: İşte sizi, Ad ve Semud’un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırım ile îkâz ettim.» (Fussilet, 13) dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle ağzını tutarak, akrabâlığımız hakkı için yemin ettim. Muhammed’in söylediği her şeyin aynen vukû bulduğunu bildiğim için üzerimize azâb ineceğinden korktum.

Ey Kureyş cemaati! Gelin beni dinleyin! O’nu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan çekilin! Eğer onu Araplar öldürürse, sizden başkası vâsıtasıyla O’ndan kurtulmuş olursunuz. Şâyet Araplara hâkim olursa, O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Böylece Muhammed sâyesinde insanların en mutlusu olursunuz!” dedi.

Kureyşliler:

−Ey Ebu’l-Velîd! O seni de diliyle sihirlemiş!” deyince Utbe:

−Benim fikrim budur. Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın!” karşılığını verdi. (İbn-i Hişâm, I, 313-314; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 111-112)

AYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ

Yorum gönder